Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Post/Page

14

Read More

Months

Related Posts

View All

Next

Previous

Edit this post

Search...

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ads

//

Breaking News

latest

13 Aralık 2016 Salı

OĞUZ TÜRKÇESİNİN ANADOLU’DAKİ İLK ÜRÜNLERİ (XIII-XIV. YY.)

OĞUZ TÜRKÇESİNİN ANADOLU’DAKİ İLK ÜRÜNLERİ (XIII-XIV. YY.)

 Oğuzca ile ilk ürünler, Anadolu Selçuklu Devleti’nin son zamanlarında, Beylikler Dönemi’nde ve Moğol istilalarının yarattığı kargaşa ortamında verilmiştir. Bu dönemde Anadolu’da gerek gezgin dervişlerin İslamiyeti yaymak için kurdukları tarikatlar ve açtıkları dergâhlar gerekse kasaba ve şehirlerde loncalar kuran Ahi teşkilatları, “tasavvuf” anlayışını tüm topluma yaymışlardı. Birer sivil toplum örgütü gibi çalışan bu tarikatlarda ve loncalarda tasavvuf terbiyesi veriliyor, dayanışma örgütleniyor, manevi ve maddi ahlak kuralları herkese benimsetiliyordu. Böylece Anadolu’daki toplumsal, dini, askeri, ekonomik sorunların çözümüne uğraşılıyordu. Tasavvuf anlayışının bu kadar güçlü ve yaygın oluşu, elbette Oğuzca ile verilen ilk ürünlerin de tasavvuftan çok etkilenmiş olmasına yol açmıştır. Bu dönem ürünlerini, ürünlerdeki zihniyeti anlayabilmek için İslam dininin bir yorumu olan tasavvuf düşüncesini ve terimlerini bilmek gerekmektedir:

TASAVVUF Tasavvufun öncüsü, Divân-ı Hikmet’ in yazarı Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi’dir. Bazı İslam düşünürlerinin dünyayı ve evreni, fizikötesi âlemi anlamak ve yorumlamak için yarattıkları bir inanç ve düşünce sistemidir. Mutasavvıfların üye oldukları tarikatlar ve yaşadıkları tekkeler vasıtasıyla topluma yayılmış ve örgütlenmiştir. Tasavvuf, insanı Allah’a ulaştırmayı amaçlar. Bu nedenle de akıldan çok gönüle yönelir, ayini ibadete tercih eder. Biçimsel değil duygusal yolu benimser. Tasavvuf, Allah’ın varlığını, evrenin ve insanın oluşumunu “Vahdet-i Vücut” kavramıyla açıklar. Mevlana Bu kurama göre, Allah “gerçek varlık"tır (vücud-u mutlak) ve “gerçek güzelliktir (hüsn-i mutlak). Bir gün kendi güzelliğini merak eder, “tecelli” eder, yani kendi yansıması olarak tüm evreni yaratır. Bu nedenle görünen her şey aslında “yokluk âlemi”dir. Görünmeyen ise “mutlak varlık” olan Allah’tır. İnsanda beden “yokluk”, ruh ise “varlık” âlemine aittir. Allah, kendi “külli irade”sinden az da olsa sadece insana irade (cüzi irade) vermiştir. Bu nedenle insan, “şerefü’l mahlukat”tır (en şerefli yaratık). Mutasavvıf, Allah’ın yansıması olan her şeyi sever, en çok da insanı sever (Yaradılmışı severiz / Yaradan’dan ötürü). Tasavvuftaki (Yunus, Mevlana vb.) engin insan sevgisinin, hoşgörünün, bağlayıcılığın, kısaca hümanizmin kaynağı budur. İnsan, bir damladır; denize (Allah) ulaşması gerekir. Bunun yolu, “yokluk” âleminden (beden ve evren) sıyrılmasıdır. Ancak bunun önünde bir engel vardır: Nefs perdesi. İnsanın bu perdeyi yırtması, nefsinden kurtulması çok zordur. Bunun için büyük bir aşk gerekir. Sufi (mutasavvıf) adayı kişi, bunun için bir “tarikat”a (tarik: yol) girmesi, bir “mürşid-i kâmil”e (olgun insan, şeyh) bağlanması ve “mürit” olarak Allah’a ulaşmak için çaba- lamaya başlaması gerekir. Şeyh ona bu yolun inceliklerini, aşkın nasıl kazanılacağını öğretecektir. Mutasavvıf, “ham”dır, “olmaya” başlar; “çiğ”dir, “pişmeye” başlar. Sonunda nefsinden ve “mecazi aşk”ından kurtulur ve “ilahi aşk”a kavuşur, bu aşkla yanmaya başlar. O “ilahi, nefes, deme, şathiye” gibi şiir yaratılarını da bu “vecd” (coşkunluk) anlarında söyler. Tekkelerde pişen ve tarikatlar yoluyla Allah’ı arayan dervişlerin şiirleri ve davranış biçimleri, medresede ve camide görevli “molla”larca hoş karşılanmaz. Onlar için ibadet esastır, gerisi sapmadır. Dinden saptığı düşünülen mutasavvıfların çoğu, tarih boyunca zulme uğramışlardır. Bu nedenle de şiirlerini çok zaman simgesel yazarlar. “Aşk” ilahi aşkı, “kadeh” ilahi bilgileri, “meyhane” dergâhı, “şarap” coşkuyu vb. anlatır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder